TR Dizin İndeksli Yayınlar / TR Dizin Indexed Publications Collection
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14517/20
Browse
Browsing TR Dizin İndeksli Yayınlar / TR Dizin Indexed Publications Collection by Publication Category "Diğer"
Now showing 1 - 20 of 409
- Results Per Page
- Sort Options
Article 0-12 Aylık Bebeği Olan Ebeveynlerin Bebek Bakımına İlişkin Geleneksel Uygulamaları(2019) Kerime Derya BEYDAĞ; Duygu SÖNMEZ DÜZKAYA; Gülzade UYSALAmaç: Bu çalışma, 0-12 aylık bebeği olan ebeveynlerin bebek bakımına ilişkin geleneksel uygulamalarını belirlemek amacıylagerçekleştirilmiştir.Gereç ve Yöntem: Çalışma tanımlayıcı ve kesitsel olarak planlanmış olup veriler Eylül 2015- Aralık 2015 tarihleri arasında Tuzla’dabir aile sağlığı merkezinde toplanmıştır. Çalışmanın evrenini son bir yılda aile sağlığı merkezine kayıtlı 0-12 aylık 328 bebeğinannesi oluşturmuştur. Çalışmaya katılmaya istekli olan 215 anne (%65,5) örnekleme dahil edilmiştir.Bulgular: Bebeklerin yaş ortalaması 6,25±0,24 aydır. Bebeklerin doğum haftası ortalaması 38,17±0,19 hafta olup %52,6’sı kızdır.Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 28,74±0,37’dir. Annelerin %75,3’ü bebek bakımına ilişkin bilgi aldığını, %79’u bilgiyihemşire/ebeden aldığını ve %50,6’sı aldığı bilgiyi yeterli bulduğunu ifade etmiştir. Araştırmaya katılan annelerin %80’i bebeğinituzladığını, %62,3’ü ilk ağız sütünü dışarı boşalttığını, %6’sı ise bebeğin altına höllük koyduğunu ifade etmiştir. Annelerin %56,7’sibebeğin göbeği çabuk düşsün diye kolonya, %30,7’si ise zeytinyağı sürdüğünü belirtmiştir. Annelerin %5,1’i pamukçuğu kuru bezlesildiğini, %34,4’ü pişikte bebeğin altını yıkadığını, %5,6’sı ise katı yağ sürdüğünü söylemiştir. Annelerin %48,8’i bebeğini kundakyaptığını, %14,9’u bebeğini al basmasından korumak için iki kırklı kadının birbirini ziyarete gitmediğini belirtmişlerdir.Sonuç: Araştırmaya katılan annelerin çoğunluğunun bebek bakımına ilişkin farklı geleneksel uygulamaları kullanmayı sürdürdükleri görülmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda sağlık profesyonelleri tarafından annelerin yenidoğan bakımına ilişkin uygulamalar konusunda bilgilendirilmesi önerilebilir.Article 0-6 Yaş Grubu Çocukların Ev Kazası Nedeniyle Acil Servise Başvurma Sıklığı ve Ebeveynlerinin İlk Yardım Uygulamalarının Belirlenmesi(2023) Yeşim AHMEDOV; Tülay ORTABAĞAmaç: Araştırma 0-6 yaş grubu çocukların ev kazası nedeniyle acil servise başvurma oranını, kaza olma nedenlerini, kaza oluş biçimlerini incelemek, ebeveynlerinin ev kazasının nedenlerine yönelik bilgi seviyelerini ve ilk yardım uygulamalarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini, bir üniversite hastanesinin acil poliklinik-müşahede birimine 15 Şubat-15 Nisan 2018 tarihleri arasında üç aylık periyotta ev kazaları nedeniyle başvuran 0-6 yaş grubu çocukların ebeveynleri oluşturmuştur. Araştırma tanımlayıcı kesitsel bir tasarımdadır. Veriler ‘Tanımlayıcı soru formu’ ve ‘0-6 Yaş Grubu Çocuğu Olan Annelerin Ev Kazalarına Yönelik Güvenlik Önlemlerini Tanılama Ölçeği’ ile toplanmıştır. Bulgular: Araştırmaya dahil edilen 0-6 yaş grubu çocukların tamamı ev kazası geçirmiştir. Bu çocukların %73.5’i kızdır. Çocukların geçirdiği kazaların %41.2’sini yanık, %26.5’ini düşme oluşturmuştur. Geçirilen tüm kaza tiplerinde çocuğun yanında %43.1 annesinin olduğu ve çocukların %71.6’sına ilk yardım uygulamasının annesi tarafından uygulandığı saptanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde ebeveynlerin ilk yardım eğitimine ihtiyaç duyduğu saptanmıştır. Sonuç: Hemşirelerin ebeveynlerin öğrenim düzeylerine uygun ilk yardım eğitim programları hazırlamaları, yürütmeleri ve değerlendirmeleri önerilmektedir. Ebeveynlere kaza risklerini önlemeye yönelik girişimler konusunda sık sık eğitimler verilerek, farkındalıkları arttırılmalıdır.Article 1-12 Yaş Grubu Çocukların Genel Anestezi Altında Yapılan Dental Tedavilerinin İncelenmesi: Bir Retrospektif Çalışma(2022) Neslihan GÖNENÇ; Müge BULUTAmaç: Bu çalışma, çocuk hastaların genel anestezi altında yapılan dental tedavilerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Dental tedavileri, Ekim 2017 ile Kasım 2019 tarihleri arasında genel anestezi altında tamamlanan 1-12 yaş aralığına sahip (ortalama 5,28±2,11) toplam 111 çocuk hastanın klinik kayıtlarının retrospektif değerlendirilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde, verilerin karşılaştırılması için Fisher’ın gerçeklik testinden yararlanılmıştır. Veriler, ortalama±standart sapma ile gösterilmiştir. Bulgular: Elde edilen verilere göre 864 (%88,5) süt dişi, 112 (%11,5) daimî diş olmak üzere 976 tane dişe dental tedavi uygulanmıştır. Çürük süt dişlerinin diş numaralarına göre sınıflandırılması sonucu; 2. süt azı dişlerinin (%37,15) en fazla etkilendiği belirlenmiştir. Hastaların restoratif işlemlerinin (%47,23), pulpal tedavilerinin (%26,22) ve diş çekimlerinin (%23,67), fissür örtücü (%2,86) gibi koruyucu tedavilere göre daha fazla olduğu görülmüştür. Sistemik hastalığa sahip/engelli ve sağlıklı çocukların genel anestezi altında yapılan dental tedavileri arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Genel anestezi sonrası kontrollerde, tedavi ihtiyacı duyan hastalardan 3’ünün yeniden genel anestezi ihtiyacı olduğu, diğerlerinin ise gerekli dental işlemlerinin klinik ortamda yapılabildiği görülmüştür. Sonuç: Çocuk diş hekimliğinde genel anestezi, uygun endikasyona sahip hastalarda tek seansta tüm dental işlemlerin bitirilmesine olanak sağlaması, tedavi başarısında kooperasyon etkenini ortadan kaldırması ve yaşam kalitesini yükseltmesi ile tercih edilen bir uygulamadır.Article 10-20 MM ALT POL BÖBREK TAŞLARININ TEDAVİSİNDE RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİYE KARŞI MİNİ PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ: EĞİLİM SKORU EŞLEŞTİRMELİ BİR ANALİZ(2022) Murat ARSLAN; Hakan ANIL; Serkan AKDEMİR; Ahmet GÜZEL; Taylan OKSAY; Kaan KARAMIK; Ali YILDIZAmaç Üroloji kılavuzlarında 10-20 mm arası alt pol taş- larında özellikle ekstrakorporal şok dalga litotripsi (SWL)'nin başarısız olduğu veya SWL'nin uygun ol- madığı durumlarda endoürolojik tedaviler olan perkü- tan nefrolitotomi (PCNL) ve retrograd intrarenal cer- rahi (RİRC) önerilmektedir. Bu çalışmada 10-20 mm arası alt pol taşlarında RİRC ile mini perkütan nefro- litotomi (m-PCNL) uygulanan hastaların sonuçlarını karşılaştırdık. Gereç ve Yöntem 2020 ile 2022 yılları arasında 10-20 mm arası alt pol böbrek taşı nedeniyle endoürolojik tedavi (RİRC veya m-PCNL) uygulanan 116’sı RİRC, 71’i m-PCNL olan toplam 187 hastanın dosyaları retrospektif olarak in- celendi. Preoperatif yanlılıkları önlemek için 1:1 oranı temel alınarak eğilim skoru eşleştirmesi (propensity score-match) uygulandı. Analiz sonucuna göre RİRC uygulanan 65 hasta ve m-PCNL uygulanan 65 hasta çalışmaya dahil edildi. İki grup arasında intraoperatif (operasyon süresi, floroskopi süresi) ve postoperatif bulgular (hastane yatış süresi, hematokrit düşüşü, taşsızlık oranları ve komplikasyonlar) karşılaştırıl- dı. Operasyon sonrası 4 mm veya daha büyük taş saptanması klinik anlamlı rezidü olarak tanımlandı. Komplikasyonlar Clavien skorlama sistemine göre ve intraoperatif-postoperatif olarak sınıflandırıldı. Bulgular Her iki grup, demografik özellikler (yaş, cinsiyet, vü- cut kitle indeksi), radyografik taş karakteristikleri (taş boyutu, taş lateralitesi, taş opasitesi, ve taş dansitesi) açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak an- lamlı fark gözlenmedi. Operasyon süresi, floroskopi süresi, hastane yatış süresi açısından gruplar karşılaştırıldığında, RİRC grubunda bu süreler istatistiksel olarak anlamlı derecede daha kısaydı (p<0.001). Ay- rıca RİRC grubunda hematokrit miktarındaki düşüş m-PCNL grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha azdı (p<0.001). Postoperatif taşsızlık oranları ile intraoperatif ve postoperatif komplikasyon oranlarına bakıldığında her iki gruptaki sonuçların benzer olduğu görüldü. Sonuç RİRC operasyonu 10-20 mm arası alt pol böbrek taş- larında m-PCNL operasyonu ile benzer taşsızlık ve komplikasyon oranlarına sahip olan etkili ve başarılı bir endoürolojik tedavi alternatifidir. Bununla birlikte RİRC operasyonunun m-PCNL operasyonuna göre daha kısa operasyon, floroskopi ve hastane yatış sü- relerine sahip olması ile daha az kan kaybına neden olması daha güvenilir şekilde uygulanabileceğini gös- termektedir.Article Açıklanamayan Tekrarlayan Gebelik Kayıplarında Vitamin D Düzeyi(2020) Sinem DEMİRCAN KARADAĞ; Selçuk AYAS; Cihan KARADAĞAmaç: Açıklanamayan tekrarlayan gebelik kaybı (TGK) olan hastalarda Vitamin D düzeyini belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Altmış beş TGK tanılı hasta etiyolojiyi belirlemek amaçlı araştırıldı. Tüm hastalara son gebelik kaybıyla beraber dilatasyon küretaj (D&C) yapıldı ve gebelik materyalleri fetusda kromozomal anomali olup olmadığını belirlemek amaçlı genetik araştırmaya yönlendirildi. Tüm hastalarda olası kalıtsal ve kazanılmış trombofili varlığı ve olası endokrinopati varlığı araştırıldı. Kontrol grubu olarak 45 sağlıklı gebeliği olan hasta belirlendi. Tüm katılımcılar 25(OH)D, glukoz, prolaktin, TSH ve insülin seviyelerini belirlemek amaçlı kan örneği verdi. Bulgular: Ondört TGK tanılı hastanın D&C materyalinin incelenmesi sonucunda fetal kromozom anomalisi saptandı. Trombofili tanısı 12 hastaya konuldu. İki hastada intrakaviter anomali saptandı. İki hasta hipotroidi 1 hastada yüksek kan şekeri saptandı. Geriye kalan 34 hasta açıklanamayan TGK hastası olarak değerlendirildi. Açıklanamayan TGK tanılı hastalarda ortalama 25(OH)D seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük saptandı (p=0.022). ROC curve analizi sonucunda 25(OH)D için cut-off değer 11 ng/mL olduğu görüldü. Spesifite %97.8 sensitivite %29.4 olarak bulundu. Sonuç: Açıklanamayan TGK hastaları düşük Vitamin D seviyelerine sahipler ve bu sonuç Vitamin D’nin olası gebelik kayıplarında rolü olabileceğini gösterebilir. Vitamin D replasmanının açıklanamayan TGK tanısı almış hastalarda olası gebelik kaybını önleyip önlemediğini gösteren çalışmalara gereksinim vardır.Article Acil Serviste Yatan Hastaların Düşme Risklerinin Belirlenmesi(2021) Yeşim Ahmedov; Anvar AhmedovAmaç: Bu çalışmanın amacı, acil serviste gözlem altına alınan hastaların düşme risklerini, düşme ve yaralanma durumlarını, Hendrich II düşme riski ölçeğinin duyarlılığını belirlemektir. Yöntem: Bu prospektif kohort çalışmada, 18-89 yaş arasında travma ve/veya acil cerrahi girişim nedeniyle gözlem altına alınan 295 hasta değerlendirildi. Hastaların düşme riskleri Hendrich II düşme riski ölçeği ile tanılandı. Veriler tanımlayıcı istatistik yöntemler ve ROC (receiver operating characteristic curve) analizle değerlendirildi. Bulgular: Çalışmada izlem sırasında 63 hastanın düştüğü saptandı. Düşen hastaların yaş ortalaması 47, %68.3’ü (n=43) kadındı. Düşme sonrası 14 hastada küçük, 2 hastada orta derecede yaralanma gelişti. Ölçeğin %95 güven aralığında ROC eğrisi altındaki alan değeri 0.661 olarak belirlendi. Geliştirenler tarafından önerilen 5 ve üzeri puan kesim noktasında ölçeğin duyarlılığı %95.2, özgüllüğü %9.1 olarak bulundu. Sonuç: Acil serviste hastaların düşme riskini tanılamada Hendrich II düşme riski ölçeğinin kabul edilebilir düzeyde ayrıma sahip olduğu, 5 ve üstü puan kesme noktasında tanısal performansının düşük olduğu sonucuna varıldı.Article )actors affecting success in intrauterine insemination cycles 2-year single center e[perience(2021) Gizem Berfin ULUUTKU; Rahime Nida BAYIK; İbrahim KALE; Başak ERGİNObjective: The aim of this study is to evaluate the success rates of intrauterine insemination cycles due to ovulation induction with clomiphene citrate and gonadotropins, and to identify factors associated with successful outcomes in women with unexplained infertility and ovulatory dysfunction. Material and Methods: Between June 2017 and October 2019, 223 intrauterine insemination cycle records were scanned retrospectively in 152 infertile couples diagnosed with ovulatory dysfunction or unexplained infertility. Result: A total of 33 positive pregnancy test results were obtained, which had shown a pregnancy success rate of 14.8%. Pregnancy success rate in Gonadotropin IUI (Intrauterine Insemination) cycles was found as 16.6% and pregnancy success rate in CC (Clomiphene Citrate) IUI cycles was found as 9.3%. While it has been detected that smoking has had a negative effect on IUI success rate for the infertile population with ovulatory dysfunction and unexplained infertility (p=0.012); factors such as female age, BMI (Body mass index), infertility span, basal FSH (Follicle Stimulating Hormone), basal LH (Luteinizing Hormone), basal estradiol levels and trigger-day endometrial thickness were found to have no correlation with IUI success rate at all.Review Acute spinal epidural hematoma: A case report and review of the literature(Turkish Assoc Trauma Emergency Surgery, 2020) Akar, Ezgi; Ogrenci, Ahmet; Koban, Orkun; Yilmaz, Mesut; Dalbayrak, SedatSpinal epidural hematoma (SEH) is a rare but a significant cause of spinal cord compression and neurologic deficits. Its etiology is usually unknown and requires emergency intervention. The present study aims to review the clinical significance, treatment strategies and clinical outcomes of traumatic SEH with a rare case presentation. Our patient was a 42-year-old female who presented with back pain and loss of sensation and strength in the legs. The patient did not have any disease and did not use anticoagulant drugs. The patient developed numbness in her legs half an hour after having a traditional back walking massage due to occasional back pain. She was paraplegic and anesthetic when seen in our clinic. Thoracic computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging (MRI) revealed posterior epidural hemorrhage at Th3-Th4 levels. In the 12th hour, the hematoma was evacuated by an emergency decompressive hemilaminectomy. At the postoperative 24th hour, the patient had symptomatic improvement, and in the sixth month, the patient was mobilized with support. SEH is a rare condition that should be considered in patients with sudden onset of back pain and extremity weakness. Although the gold standard diagnostic tool is MRI, CT is often sufficient to avoid delayed surgery. Immediate surgical decompression (laminectomy/hemilaminectomy) should be performed in cases diagnosed with SEH with neurological deficits.Article Adaptation of COVID-19 risk perception and COVID-19 prevention guidelines compliance scales to Turkish: a validity and reliability study(2021) Nazlı Kaya; Özlem Karatana; Emre İşçiAim: The aim of this study is to make Turkish adaptation and psychometric analysis of the COVID-19 Risk Perception and COVID-19 Prevention Guideline Compliance scales. Material and Method: The COVID-19 Risk Perception and COVID-19 Prevention Guideline Compliance scales administered to a total of 385 healthcare workers (Emergency medical technician, paramedic, ambulance driver etc.) and 50 healthcare workers were retested two weeks later. The opinions of 10 experts were taken for the content validity of the scale, the confirmatory factor analysis was performed for the construct validity, the Cronbach's alpha reliability coefficient was calculated to determine the internal consistency, and the test-retest reliability was performed and the results were evaluated with Pearson correlation analysis. Results: It can be concluded that an agreement among experts according to the results of the content validity index of the Turkish version of COVID-19 Risk Perception scale was found to be 0.91, the COVID-19 prevention guideline compliance scale was found to be 1. The test-retest reliability correlation of the scales was 0.85. Conclusion: COVID-19 Risk Perception and the COVID-19 prevention guideline compliance scales were suitable for Turkish culture, and they are valid and reliable.Article The Adaptation Study of The Metacognition, Self-efficacy and Learning Processes Scale into Turkish: Results of Confirmatory Factor Analysis(2016) R. Suat IŞILDAK; M. Sabri KOCAKÜLAH; Mustafa ÇORAMIK; Erdoğan ÖZDEMİR.This study involves the adaptation of a scale into Turkish which is developed by Thomas, Andersonand Nashon (2008) to investigate elements of students’ metacognition, self-efficacy and constructivist sciencelearning processes. In this context linguistic equivalence, validity and reliability analyses were conducted. Thescale was administered to 913 secondary school students aged between 15 and 18 years of age in four cities ofTurkey. Results of the confirmatory factor analyses [2(395, n=913)=1137.10, p<.000; RMSEA=.045;GFI=.92; CFI=.93; NNFI=.92] show that five factorial construct of the original scale was preserved in theTurkish form. Factor loadings differ from 0.50 to 0.70 for items and item-total score correlations ranged from0.39 to 0.65. The Cronbach alpha coefficient for whole scale was also calculated as 0.93.Article Adenoidektomi Sonrası Kilo Alımı, Boy Artışı ve Ebeveyn Memnuniyeti(2019) Evrim ŞENKAL; Elif ELHAKAN; Pelin KOÇDOR; Arzu TATLIPINARAmaç: Çocuklarda adenoidektomi sonrası erken postoperatif dönemde, uyku bozukluğu açısındanebeveyn memnuniyeti ve fiziksel değişimi (kilo, boy) araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler:Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniğinde adenoidektomi olan pediatrikhastalarda, ameliyat öncesi ve sonrası üçüncü ayda boy, kilo, ayrıca Z skorlarına bakıldı. Buhastaların ebeveynlerine Pediatrik Uyku Anketi uygulandı. Kontrol grubu olarak; aynı dönemdePediatri Kliniği Sağlıklı Çocuğa başvuran bir grup hastanın; ilk başvuru kilo, boy, Z skorları veüçüncü ay değerleri belirlendi. Bulgular: Adenoidektomi olan bireylerde (n=32), preoperatif vepostoperatif kilo ve boy ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık mevcuttur.Aynı şekilde, kontrol grubunda da (n=37) birinci ay ve üçüncü ay ölçümler arasında istatistikselanlamlı fark bulundu. Adenoidektomi grubundaki postoperatif kilo Z-skor ortancaları, preoperatifkilo Z-skor ortancalarına göre daha yüksek iken, kontrol grubunda ilk muayene veüçüncü ay muayene kilo Z-skor ortancaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.Adenoidektomi grubundaki bireylerin postoperatif boy Z-skor ortancaları, preoperatif boy Zskorortancalarına göre daha yüksek idi, kontrol grubundaki bireylerde ise ilk muayene veüçüncü ay muayene boy Z-skor ortancaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark belirlenmedi.Adenoidektomili bireylerde, Pediatrik Uyku Anketi preoperatif uyku anketi skor ortalaması9,23±3,73 iken, Pediatrik Uyku Anketi postoperatif uyku anketi skor ortalamasının2,77±2,55 olduğu saptandı. Sonuç: Adenoidektomi kilo alımı, boy artışına erken dönemde katkısağlamakta, uyku anket skorlarında düzelmeye neden olmaktadır. Uyku bozuklukları veya tıkayıcıuyku apnesi nedeni ile adenotonsillektomi planlanan bazı hastalarda adenoidektomininde tek başına belirgin bir iyileşme sağlayabildiğini bilmek, cerrahiye karar vermede, gerek cerrahagerekse ebeveyn beklentilerine yardımcı olacaktır.Article ADOLESAN VOLEYBOLCULARDA KUADRİSEPS FEMORİS KASINA UYGULANAN KİNEZYOLOJİK BANTLAMANIN STATİK DENGE, ENDURANS VE PROPRİOSEPSİYON ÜZERİNE ETKİLERİ(2020) Mehmet Serhat SEYFİOĞLU; Emine ATICIBu çalışmada adolesan voleybolcularda kuadriseps femoris kasına uygulanan kinezyolojik bantlamanındenge, endurans ve propriosepsion üzerine etkilerini araştırmak amaçlanmıştır. Araştırmaya adölesan 20 erkekvoleybol oyuncusu dahil edildi. Sporcuların kuadriseps kasını fasilite etmek amacı ile kinezyolojik bantlama(KB) uygulandı. Sporcuların statik denge performansları 'Tek ayak üzerinde durma testi' (TADT), enduransı‘Single leg squat testi’ ve ‘Lunge Testi’ ile propriyosepsiyon duyusu ise ‘Kapalı Kinematik Açı ReprodüksiyonTesti’ ile bantlama öncesi ve bantlamadan 48 saat sonra değerlendirildi. Elde edilen verilerin analizi için SPSS22.0 programı kullanıldı. KB öncesi ve sonrası ölçüm değerleri incelendiğinde sağ ve sol alt ekstremite Tekayak üzerinde durma testi, Single leg squat testi, Lunge Testi ve Kapalı kinematik Açı Reprodüksiyon Testitestlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark görülmüştür (p<0,05). Kineziyolojik bantlama klinik olarak denge,propriyosepsiyon ve enduransı geliştirmek için etkili bir tekniktir. Farklı uygulama tekniklerine göredeğerlendirmek için daha fazla araştırma gerekmektedir.Article Adölesanlarda Sağlık Okuryazarlığı ve Beslenme Okuryazarlığının Diyet Kalitesine Etkisi(2021) Münire Kırşan; Burcu Ateş ÖzcanSağlık okuryazarlığı ve beslenme okuryazarlığı son zamanlarda gittikçe popüler hale gelirken, konu hakkında yeterli çalışma bulunmaması ilgili çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bu çalışma adölesanların sağlık okuryazarlığı ve beslenme okuryazarlığı düzeylerinin diyet kalitesine etkilerinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma özel bir lisede 2020-2021 güz döneminde eğitim-öğrenim gören 15-19 yaş arası 70’i erkek, 158’i kız toplamda 228 adölesan ile yürütülmüştür. Katılımcılara anket formu, sağlık okuryazarlığı ölçeği (SOY-32), beslenme okuryazarlığı ölçeği (BOY) ve Akdeniz diyeti kalite indeksi (KIDMED) uygulanmıştır. Çalışmaya katılan öğencilerin yaş ortalamaları 16,23 ± 1,09 yıl, BKİ ortalamaları 21,25 ± 3,49 kg/m2’dir. Katılımcıların ortalama SOY-32 puanı 15,24 ± 10,25 puan (yetersiz düzey), ortalama BOY puanı 60,88 ± 18,53 puan (orta düzey), ortalama KIDMED puanı 6,6 ± 2,17 puandır (orta diyet kalitesi, diyette iyileştirme gerekli). SOY-32 ile BOY puanları arasında zayıf derecede pozitif yönlü anlamlı (p<0,001), diyet kalitesi ile negatif yönlü (p>0,05), BOY ile diyet kalitesi arasında ise pozitif yönlü (p=0,073) ilişkiler saptanmıştır. Beslenme okuryazarlığı puanının 1 birim artması ile diyet kalitesi puanının 0,018 birim arttığı, SOY- 32 puanının 1 birim artması ile diyet kalitesinin 0,012 puan azaldığı saptanmıştır. Öğrencilerin %38,6’sının beslenme ve sağlık bilgilerini edindiği kaynağın televizyon, radyo, internet olduğu, %27,2’sinin aile, arkadaş ve sadece %7,5’inin diyetisyen, %2,6’sının doktor ve sağlık çalışanı olduğu gözlenmiştir. Çalışmada adölesanların sağlık okuryazarlığı, beslenme okuryazarlığı ve diyet kalitesi düzeyleri ve etkileri beklenenin altındadır. Bunun sebebinin, öğrencilerin doğru bilgi kaynaklarına ulaşamamaları veya bilgiyi hayata geçirmede sıkıntı yaşamaları olabileceği düşünüldüğünden sağlık ve beslenme bilgilerinin doğru kaynaklar ile öğrencilere ulaştırılması ve bunlarla ilgili eğitimlerin öğrencilere verilmesi önerilmektedir.Article AFRİKALI GÖÇMENLERİN HİKÂYESİNİ BELİRLEYEN ETKENLER VE İLETİŞİMİN ROLÜ(2022) Zeynep GENELGöç hareketliliği günümüz dünyasının en çok tartışılan konularının başında gelmektedir. Dünya genelindeki bu hareketlilik küresel ölçekte hedeflenen sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden 10.7 eşitsizliklerin azaltılması ve düzenli göç için mücadele olarak yer almaktadır. Göç olgusunun oluşmasında ve yaşanmasında itici ve çekici faktörlerin ve bu faktörlerin oluşumunda iletişimin rolünün anlaşılması için kamu politikaları yapıcılara veri sağlanması ulusal düzeyde 11.Kalkınma Planı hedefleri arasındadır. Bu doğrultuda, bu çalışmanın amacı küresel ve ulusal düzeyde sağlıklı kamusal iletişim stratejileri geliştirilebilmesi için alana ve uygulayıcılara katkıda bulunmaktır. Bu amaçla, Sahra- Altı Afrika ülkelerinden Türkiye’ye göç etmiş kişilerle 2022 yılında İstanbul ve Konya’da 10 Afrikalı göçmen ile nitel bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Daha iyi bir yaşam, iklim ve coğrafi zorlukların kaynak ülkeden göç etmeye yol açan itici faktörleri oluştururken, iletişim platformlarından edinilen bilgi ve göç etmiş kişilere ait hikayelerin ise çekici faktörleri yarattığı anlaşılmıştır.Article AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI HASTANELERİ VE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZLERİNİN ETKİNLİKLERİNİN VERİ ZARFLAMA ANALİZİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ(2019) Faruk YILMAZ; İlhan Kerem ŞENEL; Özgür İNCEKaynakların kıtlığı ekonominin bir gerçeği olarak kaynak dağıtımı kararlarının verilmesi yanındaaynı zamanda mevcut kaynakların etkin kullanımını da gerektirmektedir. Bu yönüyle Türkiye’de sonyıllarda ağız ve diş sağlığı hizmeti sunan kurumların mevcut talebi karşılamada yetersiz olması,kaynakların bu kurumların niceliğini artırmaya yönelik olarak tahsis edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bubağlamda uzun vadede yeni kaynak tahsisi ile sağlanacak faydanın yanı sıra, kısa vadede mevcutkaynakların ne ölçüde etkin kullanıldığı değerlendirilerek fayda sağlamakta mümkündür. Bu bakışlaaraştırmada Ankara, İstanbul ve İzmir illerinde faaliyet gösteren Sağlık Bakanlığı’na bağlı ağız ve dişsağlığı merkezleri (ADSM) ile ağız ve diş sağlığı hastanelerinin (ADSH) etkinlikleri değerlendirilmiştir.Belirtilen sağlık tesislerinin etkinlik değerlendirilmesinde parametrik olmayan bir yöntem olan VeriZarflama Analizi (VZA) kullanılmıştır. Analizde girdi değişkeni olarak diş üniti sayısı, toplam diş hekimisayısı ve diğer sağlık hizmetleri personeli sayısı; çıktı değişkeni olarak poliklinik (muayene) sayısı, dişçekimi sayısı, cerrahi müdahale sayısı, kanal (endodontik) ve dolgu (konservatif) tedavi sayısı ve toplamprotez sayısı belirlenmiştir. Ölçeğe göre sabit getiri ve ölçeğe göre değişken getiri varsayımları altındayapılan analiz sonucunda 36 sağlık tesisinden 23’ünün (%63,9) teknik etkin, 13’ünün (%36,1) toplametkin ve 14’ünün (38,9) ölçek etkin olduğu saptanmıştır. Analizde sağlık tesislerinin özellikle tekniketkinlik skoru ortalaması (0,937) oldukça yüksek bulunmakla birlikte, teknik etkin olmadığı saptanansağlık tesislerinin etkin olabilmesi için referans grubu belirlenerek etkinlik hedefleri oluşturulmuştur.Article Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi lisans ve öğretim üyesi kliniklerine başvuran hastaların dental anksiyete ve korku açısından değerlendirilmesi(2022) Gül Merve Yalçın Ülker; Deniz Gökçe MERAL; Aleyna KucurGiriş ve Amaç: Dental korku ve anksiyete, hem diş hekimlerini dental tedaviler sırasında zorlamakta; hem de hastaların ağız ve diş sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çalışmada Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi lisans ve öğretim üyesi kliniklerine başvuran hastaların sosyodemografik özellikleri, duygusal ce- vapları ve dental tecrübelerine göre dental anksiyete ve korku seviyelerindeki farklılıkların incelenmesi ve tedavilerini yapan hekiminin tecrübesinin bu parametrelere etkisinin incelenme- si amaçlanmıştır. Gereçler ve Yöntem: Çalışmada Ağız, Diş ve Çene Cerrahi- si Anabilim Dalı lisans ve öğretim üyesi kliniklerine diş çeki- mi için başvuran hastalara 10 adet demografik bilgilerini ve daha öncekileri dental tecrübelerini sorgulayan, 11 adet den- tal korkuyu sorgulayan, 5 adet de dental anksiyeteyi sorgu- layan sorular elektronik bir anket aracılığı ile tedavilerinden hemen önce yöneltilmiştir. Normal dağılıma uygunluk Kolmo- gorov-Smirnov ve Shapiro-Wilk testi ile incelenmiştir.Dental korku ve anksiyete puanlarının karşılaştırılmasında Mann-W- hitney-U ve Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Önem düzeyi p<0,05 olarak alınmıştır. Bulgular: Lisans ve öğretim üyesi kliniklerine başvuru tiple- rine göre hastaların dental korku düzeylerindeki farklılıklar is- tatistiksel olarak anlamlı bulunmuş ve lisans kliniğinde daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p=0,036).Hastalar cinsiyete göre dental korku ve anksiyete açısından karşılaştırıldığında, erkeklerde her iki değişkenin de istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek seviyelerde olduğu tespit edilmiştir (p=0,002;p<0,001).Yaş gruplarına göre dental korku düzeyi- nin en yüksek 45-54 yaş grubundaki, en düşük 18-29 yaş gru- bundaki hastalarda olduğu gözlenmiştir(p=0,009). Sonuç: Dental korku açısından tedavi olunan kliniğe göre bir fark gözlenirken, dental anksiyete açısından bir farklılık göz- lenmemiştir.Çalışmanın sonucuna göre erkek hastaların den- tal anksiyete ve korku düzeylerinin daha yüksek olduğu ve 45-54 yaş grubunun en yüksek dental korku seviyesine sahip olduğu gözlenmiştir. Bu farklılıkların geçmiş dental tecrübe- lerden kaynaklanabileceği sonucuna varılmıştır.Other Ailelerin Çocuklarının Ağız ve Diş Sağlığı KonusundakiTutum ve Davranışlarının Değerlendirilmesi(2021) Sinem YILDIRIM; Müge TOKUÇAmaç: Bu çalışmanın amacı, çocuklarının ağız ve diş sağlığı konusunda annelerin tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi, anne nin eğitim seviyesi ve ailenin aylık gelir durumunun çocuğun ağız vediş sağlığı üzerindeki etkisinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntemler: Hastanemize başvuran 313 çocuk ve annesi çalışmaya dâhil edildi. An nelere, çocuğunun ağız ve diş sağlığı ile ilgili davranışları ve diş he kimi ziyaretlerini içeren 12 soruluk bir anket uygulandı. Çocuklarınçürük prevalansları çürümüş, kayıp ve dolgulu dişler [decayed, mis sing, and filled teeth (DMFT)] ve dmft indekslerine göre belirlendi.Bulgular: Annenin eğitim seviyesi ve ailenin aylık gelir durumu ileçocuğun “diş fırçasına sahip olma yaşı”, “fırçalama sırasında anneninçocuğuna yardımcı olma durumu” ve “çocuğun ilk kez diş hekiminegötürülme nedeni” arasında anlamlı bir ilişki tespit edildi (p<0,05).“Günlük fırçalama yapmayan” çocukların anneleri büyük oranda düşükeğitim seviyesine sahipti (p=0,048). Annelerin “diş macunlarının floriçeriği” ve “flor uygulamaları hakkındaki bilgi ve tutumları” ile eğitimseviyeleri arasında anlamlılık görüldü (p<0,001). Yüksek eğitimli an nelerin “çocuğunu diş hekimine götürme yaşı” anlamlı bir şekildedüşük, “kontrol amaçlı” diş hekimine başvurma oranı ise anlamlı birşekilde daha yüksekti (p=<0,001). “Sosyal güvencenin geçerli olduğukurumları” tercih edenlerin çoğunlukla aylık geliri 1.500 TL altı olanaileler olduğu görüldü (p=0,001; p=0,029). Aylık geliri 2.000 TL üzeri olan ailelerin çocuklarında DMFT değerleri anlamlı bir şekilde dahadüşüktü (p=0,031). Sonuç: Ailenin aylık gelir durumu çocuğun ağızve diş sağlığını geliştiren ve çürük prevalansını azaltan bir etken olaraksaptandı. Eğitim seviyesinin artması ile annenin farkındalığının arttığı görülse de anne eğitim seviyesi çocuğun çürük prevalansını azaltıcı biretken olarak belirlenmedi.Review Akçaağaç Şurubu İdrar Hastalığı ve Beslenme(2020) Hande YILMAZ; Zeynep KAYAAkçaağaç şurubu idrar hastalığı (MSUD) dallı zincirli amino asitler (BCAA) olan valin, izolösin ve lösin metabolizmasındaki bozuklukla karakterize bir metabolizma hastalığıdır. İdrar ve plazmada dallı zincirli amino asit artışı gözlenmektedir. İdrarda hastalığın adını aldığı akçaağacı kokusu bulunmaktadır. Otozomal resesif geçişli nadir görülen hastalık, klinik seyir ve tiamine verilen yanıta göre beş tipte incelenmektedir. Hastalığın tıbbi beslenme tedavisi ise akut atak dönem ve uzun süreli diyet uygulaması olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Akut dönemde beslenme hedefi vücut sıvıları ve dokularında dallı zincirli amino asitleri ve artık ürünlerini uzaklaştırmaktır. Anne sütüyle beslenen bebeklerde sütün lösin içeriği nedeniyle emzirme sonlandırılabilir. Uzun süreli MSUD beslenme planlamasında ise metabolik kontrolün sağlanması, hastalığın erken tespiti, hastalıkla gelişen nörolojik bozuklukların ve zekâ puanındaki düşüşlerin azaltılması amaçlanmaktadır. Beslenmede dallı zincirli amino asit düzeyini gösteren besin değişim listelerinin kullanılması önerilmektedir. Hastalara dallı zincirli amino asit içermeyen formülalar ile destek sağlanabilir. Bireylerde klinik durumun ve diyetin takibi önemlidir.Article Algılanan Ebeveyn Psikolojik Kontrolünün Çocukların Otomatik Düşünceleri Üzerindeki Etkisi(2021) Refia Aslıhan DÖNMEZ; Emel GÜLERAile içinde ebeveynin, çocukların gelişimleri üzerinde önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Ebeveynin çocuğa sağladığı destek ve çocuk üzerindeki kontrolü ebeveynliğin önemli boyutları olarak görülmektedir. Dolayısıyla çocukluk dönemi, olumsuz bilişsel yapının gelişimine yol açan etmenlerin araştırılması açısından kritik bir dönem olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle bu araştırmanın amacı, algılanan ebeveyn psikolojik kontrolünün çocukların otomatik düşünceleri üzerinde etkisinin olup olmadığını araştırmaktır. Bu amaçla 7–16 yaş arasındaki (n=82) katılımcılara Çocukların Otomatik Düşünceleri Ölçeği, Psikolojik Kontrol Ölçeği ve Sosyo Demografik Bilgi Formu uygulanmıştır. Araştırmada algılanan ebeveyn psikolojik kontrolünün, çocuklarda olumsuz otomatik düşüncelerin gelişimini yordadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak, algılanan ebeveyn psikolojik kontrolü arttıkça çocukların olumsuz otomatik düşünceleri de artmaktadır. BDT kuramının temel varsayımlarından birisi olumsuz otomatik düşüncelerin psikopatolojilerin gelişiminde temel bir role sahip olduğudur. Bu çalışmanın sonuçlarından yola çıkılarak erken dönemde psikopatoloji gelişimine neden olan faktörlerin önlenmesine yönelik yaklaşımlar geliştirilebilir.Review ALMANYA VE TÜRKİYE’DE SAĞLIKTA KALİTE İNDİKATÖRLERİ VE BEKLENMEYEN OLAY YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE BİR DERLEME(2024) Özmen, Oğuzhan; İper, Hatice Semrin TimlioğluHasta güvenliğini sağlamak amacıyla kalite çalışmalarının değerlendirilmesi kalitenin ölçülmesi ile mümkün olmaktadır. Kalitenin ölçülmesi için “Kalite İndikatörleri” kullanılmaktadır. Kalite indikatörlerinin belirlenmesi ve gerçekçi ölçümlerin yapılabilmesi için ise bu indikatörler temelinde ortaya çıkmış olan beklenmeyen olayların tespit edilmesi ve bildirilmesi neticesinde kalitenin ölçülmesinin mümkün hale gelmesi sağlık sistemlerinin geliştirilmesi için çok değerli sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu çalışmada “Sağlıkta Kalite Uygulamaları” kalite indikatörleri ve beklenmeyen olaylar odağında, Avrupa Birliği üyesi ve gelişmiş ülke konumundaki Almanya ile Avrupa Birliği yolunda ilerleyen ve gelişmekte olan bir ülke konumundaki Türkiyekarşılaştırılmıştır. Çalışmada Sağlıkta Kalite Uygulamalarının karşılaştırmalı değerlendirme neticesinde tanınması, iki ülkenin kalite indikatörleri ve beklenmeyen olaylara yaklaşımlarının olumlu ve olumsuz yönlerinin tartışılması ve uygulama güncellemeleri için alternatif olabilecek yöntemler önerilmesi amaçlanmıştır. Sonuç olarak; Almanya’da Kalite Programı “Geniş Katılımlı Veri Temelli Kalite Programı” olarak tanımlanabilir. Almanya’da Beklenmeyen Olay Bildirimleri için hastaneler özendirilmekte, kaliteye yöneltilmekte, sağlık hizmetinde kalite rekabeti oluşturulmaktadır. Ancak ödemeler ve finansal kaygılar göz önüne alındığında bu rekabetin sadece kalite göstergelerinin halka ulaştırılmasıyla sağlanamayacağı hissedilmektedir. Türkiye’de kalite indikatörlerinin kullanılmasını sağlayacak sistemde çok iyi bir seviye yakalanmış olmasına rağmen beklenmeyen olay bildirimi, kalite indikatörlerinin işletilmesi ve sonuçların paylaşılması hususlarında aksaklıklar hissedilmektedir.