Master Thesis / Master Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14517/2606
Browse
Recent Submissions
Master Thesis MCF-7 Meme Kanseri Hücre Hattında, Silibinin ve Borik Asit Kombinasyonunun Apoptoz Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması(2025) Aldatmaz, İlsu; Karımkhani, Hadi; Günal, Ahmet MuratBu çalışmada, silibinin ve borik asit kombinasyonunun meme kanseri hücre hattı MCF-7 üzerindeki apoptotik etkileri değerlendirilmiş ve bu etkinin seçiciliği sağlıklı meme epiteli hücre hattı MCF-10A'da incelenmiştir. Hücre canlılığı MTT testi ile değerlendirilerek maddelerin IC₅₀ dozları belirlenmiştir. Apoptozla ilişkili biyobelirteçler olan MMP-2, Kaspaz-8 ve Kaspaz-9 protein düzeyleri ELISA yöntemiyle; NF-κB, p21, MMP-9 ve Ki-67 gen ekspresyon düzeyleri qPCR analizi ile ölçülmüştür. Elde edilen bulgular, MCF-7 hücre hattında silibinin uygulamasının MMP-2 düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir düşüşe yol açtığını göstermiştir (p<0,01). Borik asit, kombinasyon ve dosetaksel gruplarında bu azalmanın daha yüksek anlamlılık düzeyinde olduğu saptanmıştır (p<0,001). Tüm tedavi gruplarında Kaspaz-8 ve Kaspaz-9 konsantrasyonları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde artmıştır (p<0,001). MCF-10A hücre hattında ise MMP-2, Kaspaz-8 ve Kaspaz-9 düzeyleri tüm tedavi gruplarında anlamlı artış göstermiştir (p<0,001). MCF-7 hücre hattında NF-κB ekspresyonu sadece silibinin grubunda baskılanmıştır (p<0,001). p21 ekspresyonu tüm tedavi gruplarında kontrol grubuna kıyasla artış gösterirken MMP-9 ve Ki-67 ekspresyon düzeyleri azalmıştır (p<0,001). Sonuçlar, silibinin ve borik asidin hem tek başlarına hem de kombine olarak uygulanmasının MCF-7 hücrelerinde apoptozu artırdığını, hücre proliferasyonunu ve invazyon kapasitesini baskıladığını göstermiştir. Bu veriler, silibinin ve borik asit bileşiklerinin kombinasyon halinde uygulanmasının meme kanseri tedavisinde tamamlayıcı ve geleceğe yönelik umut vadeden bir yaklaşım olabileceğini düşündürmektedir.Master Thesis Hemşirelerde Sosyal Medya Kullanımı ile İş Motivasyonu İlişkisinin İncelenmesi(2025) Kılınç, Işık Yıldız; Yazıcı, ÖzlemHemşirelerde sosyal medya kullanımı ile iş motivasyonu ilişkisinin incelenmesi amacıyla yapılan bu araştırma kesitsel tanımlayıcı tiptedir. Araştırmanın örneklemini, İstanbul'da bulunan bir kamu hastanesinde görev yapan toplam 182 hemşire oluşturdu. Veriler; etik kurul onayı ve kurum izni alınıp; gönüllü onam formu doldurulduktan sonra 'Kişisel Bilgi Formu', 'İş Yerinde Sosyal Medya Kullanım Ölçeği-İSMKÖ' ve 'Minnesota İş Tatmin Ölçeği-MİTÖ' kullanılarak yüz yüze anket yöntemi ile Şubat-Nisan 2024 tarihleri arasında toplandı. Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 28,8±4,36 olup, ortalama mesleki deneyim süresi 5,24±4,3 yıldır. Hemşirelerin tamamı sosyal medya kullanmakta ve %96,7'si en sık Instagram'ı tercih etmektedir. Sosyal medya kullanım amaçlarının genelde 'gündemi takip etme', 'iletişim kurma' ve 'eğlence' olduğu tespit edildi. Günlük internet kullanım süresinin ortalama 4,33±2,85 saatken, günlük sosyal medya kullanım süresinin ortalama 3,14±2,49 saat olduğu saptandı. Araştırma bulgularında, mesleğini isteyerek seçen ve bulunduğu birimi gönüllü olarak tercih eden hemşirelerin iş motivasyonlarının anlamlı düzeyde yüksek olduğu, sosyal medya kullanım süresi ile ilişki/bağ kurucu sosyal medya kullanım alt boyutu arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlendi. MİTÖ İçsel ve Dışsal doyum puanları ile İSMKÖ ilişki/bağ kurucu alt boyut puanları arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulundu. Sosyal medya kullanımı; dayanışma, sosyalleşme ve iletişim ihtiyaçlarını karşılayarak hemşirelerin iş motivasyonunu olumlu yönde etkilemektedir. Özellikle günlük bilgilendirmelerin yapılabileceği ve mesleki gelişime katkı sağlayacak uygulamaların geliştirilip kullanımının sağlanması önerilir.Master Thesis MCF-7 Meme Kanseri Hücre Hattında, Timokinon ve Betain Kombinasyonunun Apoptoz Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması(2025) Çevik, Rumeysa Sultan; Karımkhanı, Hadi; Günal, Ahmet MuratKanser, dünya genelinde en önemli ölüm nedenlerinden biri olup, kontrolsüz hücre çoğalması, apoptozdan kaçış, invazyon ve metastaz gibi biyolojik süreçlerle karakterizedir. Genetik mutasyonlar ve epigenetik değişiklikler, tümör gelişimi ve ilerlemesinde kilit rol oynarken, bu mekanizmaların hedeflenmesi yeni tedavi stratejileri için yeni tedavi hedefleri sunar. Kemoterapi ve radyoterapinin tehlikeli yan etkilerine karşın, tıbbi bitkilerden elde edilen bileşiklerin daha düşük toksisite ile normal hücrelere zarar vermeden kanser gelişimini engelleyebilecek potansiyel tedavi ajanları sunduğu çalışmalarca gösterilmiştir. Nigella sativa bitkisinden elde edilen timokinonun (TQ) tümör büyümesi, çoğalması, metastaz ve anjiyogenezi engelleyerek apoptozu indükleyen çok hedefli antikanser etkiler göstermektedir. Ayrıca, meta-analizler ve klinik çalışmalar Betain'in yüksek dozlarda çeşitli kanser türlerinde tümör insidansını azaltarak apoptozu indüklediğini, gen ekspresyonunu düzenlediğini ve inflamatuar sitokinleri baskılayarak, antikanser etki gösterebildiğini ortaya koymuştur. Bu çalışma, TQ ve Betain kombinasyonunun MCF-7 meme kanseri hücre hattında apoptoz ve anti-apoptoz mekanizmaları üzerindeki etkilerini araştırmayı, bu süreçlerde görev alan moleküler yolakları anlamayı ve bu bileşiklerin olası koruyucu etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Hücrelerin canlılık durumunu değerlendirmek ve IC50 değeri elde etmek için MTT testi uygulanmıştır. Bu çalışmada, TQ, Betain, TQ+Betain kombinasyonu ve DTX uygulamalarının Kaspaz-8, Kaspaz-9, Ki-67, p21, MMP-2, MMP-9 ve NF-κB düzeyleri üzerindeki etkileri kontrol grubu ile karşılaştırılarak ELISA veya qPCR analizleri ile tespit edilmiştir. MCF-7 kanser hücrelerinde uygulanan TQ, Betain, TQ+Betain ve DTX tedavileri, Kaspaz 8 ve Kaspaz 9 konsantrasyonlarında kontrol grubuna kıyasla son derece anlamlı artışlar sağlamıştır. Kombinasyon tedavisi, NF-κB ve MMP-2 gen ekspresyonlarını önemli ölçüde artırırken, kombinasyona kıyasla TQ ve Betain'in tek başlarına daha az etkiye sahip olmuştur. P21 gen ekspresyonunda, kombinasyon grubu en belirgin artışı sağlamıştır. MMP-9 gen ekspresyonunda, TQ+Betain kombinasyonu önemli bir azalma sağlarken, TQ ve Betain tek başlarına kontrol grubuna göre daha fazla azalma sağlamıştır. Ki-67 gen ekspresyonunda, TQ+Betain kombinasyon tedavisi sonucunda önemli oranda azalma gözlenmiştir. Bu bulgular, TQ ve Betain kombinasyonunun biyobelirteçler üzerinde sinerjik etkiler oluşturabileceğini ve potansiyel terapötik uygulamalar için umut vadettiğini göstermektedir. Bu araştırma, TQ ve Betain kombinasyonunun meme kanseri hücrelerinde apoptoz üzerinde önemli etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Kombinasyon tedavisi Kaspaz-8, Kaspaz-9, MMP-9, Ki-67 ve p21 markerleri üzerinde olumlu etkiler göstermiştir. Mevcut bulgular, TQ ve Betain kombinasyonun meme kanseri tedavisinde potansiyel bir terapötik rolünün varlığını ortaya koymaktadır. Ancak, kombinasyonun kanser türleri üzerindeki terapötik etkisinin daha detaylı araştırılması ve klinik bağlamda uygulanabilirliğin doğrulanması için daha fazla klinik ve hayvan çalışması gerekmektedir. Gelecek araştırmalar, TQ ve Betain kombinasyonunun başta meme kanseri olmak üzere birçok kanser türündeki terapötik rolünü daha iyi anlamaya ve potansiyel klinik çalışmaları değerlendirmeye katkı sağlayacaktır.Master Thesis Sivil Havacılıkta Yer Hizmetleri Firmaları Departmanlarının Operasyonel İşleyişi ve Kullandıkları Teçhizatlar Üzerine Bir Çalışma Sabiha Gökçen Havalimanı Örneği(2025) Kılıç, Mehmet; Saka, LütfiBu çalışmada, sivil havacılığın başlangıcından günümüze kadar olan sürecinin, dünya ve Türkiye'de tarihsel gelişimi içerisinde yer alan önemli kilometre taşları, havalimanlarının genel şeması, yer hizmetlerinin operasyonel yapısının unvan skalası ve hiyerarşi açısından irdelenip; temsil hizmetleri, ramp hizmetleri, temizlik hizmetleri, ikram, gözetim ve yönetim hizmetleri, yolcu hizmetleri, harekat, Operasyon Kontrol Merkezi hizmetleri, çeşitli idari birimler ve departman hizmetleri, yer hizmetleri iş ortakları, yer hizmetlerinin kullandığı sistemler ve iletişim mesajları, operasyonlarda kullanılan teçhizat ve ekipmanlar gibi konulara değinilip analiz edilmiştir. Bu tez çalışmasının amacı, havacılık sektörüne ilgi duyan öğrencilere, araştırmacılara ve sektörde çalışan profesyonellere saha gözlemlerinin tecrübeler ile sentezlenmesinden doğan bilgi aktarımının daha anlaşılabilir ve faydalı olabileceği düşüncesidir. Bu bağlamda, havacılık sektörünün dinamik yapısına katkı sağlayacak yeni araştırmalara ve çalışmalara ilham kaynağı olmasını; özellikle yer hizmetleri alanındaki operasyonel süreçlerin daha verimli hale getirilmesine ve sektöre olan katkıların artmasına yönelik önemli bir adım olması da amaçlanmaktadır. Sonuç olarak, bu çalışmamda nitel araştırma yöntemleri benimsenmiş, yer hizmetleriyle ilgili global trendlerden faydalanılarak karşılaşılan zorluklar ve çözüm önerileri de çalışmanın önemli bulguları arasında yer almaktadır. Sabiha Gökçen Havalimanı örneği üzerinden yapılmış araştırma ve derlemeler olup, havacılık sektörüne dair çeşitli literatür kaynaklarından yararlanılarak ve sektörde çalışan uzmanların bilgi, deneyim ve tecrübeleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Tezde yer alan bilgilerin doğruluğunu ve güncelliğini sağlamak amacıyla titizlikle literatür taramaları ve alan araştırmalarının yapılmasıyla birlikte, sektördeki gelişmelere yönelik öneriler sunulup, önem teşkil eden konulara cevapların verilmesi sağlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Sivil havacılık, Yer hizmetleri, Sabiha Gökçen Havalimanı, Operasyonel Süreçler, Yer hizmetleri ekipmanlarıMaster Thesis Yoğun Bakım Hemşirelerinin Hasta Kısıtlamalarında Etik Duyarlılıklarının İncelenmesi(2024) Kaya, Ceren; Yazıcı, ÖzlemFiziksel kısıtlama; hasta güvenliği açısından bazı avantajlar sağlasa da, doğru ve uygun şekilde uygulanmadığında hastaya zarar verebilmesi ve özgürlüğünü sınırlaması nedeniyle etik ikilemlere yol açan, tartışmalara neden olan bir uygulamadır. Bu araştırma; yoğun bakım hemşirelerinin fiziksel kısıtlamaya ilişkin bilgi düzeyi, tutum ve uygulamaları ile etik duyarlılıklarının incelenmesi amacıyla yapıldı. Araştırmaya; yoğun bakım ünitelerinde çalışan ve gönüllü olarak katılmayı kabul eden toplam 335 yoğun bakım hemşiresi dâhil edildi. Veriler Kişisel Bilgi Formu; Hemşirelerin Fiziksel Tespitlere İlişkin Bilgi Düzeyi, Tutum ve Uygulamaları Ölçeği; Ahlaki Duyarlılık Anketi ile kartopu yöntemi kullanılarak, google forms aracılığıyla çevrimiçi olarak toplandı. Veriler SPSS 24.0 versiyon ile analiz edildi. Hemşirelerin yaş ortalaması 30,03±6,18 (Min=25; Mak=32) olup, 77,31'i (n=259) kadın, %54,33'ü (n=182) bekar, %70,15'i (n=235) lisans mezunudur. Mesleki deneyim süresi 7,26±6,45 yıl, yoğun bakımda çalışma süresi ise 4,65±4,24 yıldır. Hemşirelerin %63,28'inin fiziksel kısıtlama, %79,10'unun ise etik konusunda eğitim aldığı, %79,10'unun etik ikilem yaşadığı, %97,91'inin hastaya fiziksel kısıtlama uyguladığı belirlendi. Hemşirelerin Fiziksel Tespitlere İlişkin Bilgi Düzeyi, Tutum ve Uygulamaları Ölçeği alt boyut puanları Bilgi düzeyi 7,64±1,51, Tutum 29,95±2,75, Uygulama 37,8±4,12; Ahlaki Duyarlılık Anketi alt boyut puanları Otonomi 14,41±5,84, Yarar sağlama 11,54±4,18, Bütüncül yaklaşım 10,59±3,38, Çatışma 12,26±3,94, Uygulama 10,64±3,94, Oryantasyon 7,03±2,94, ADA Toplam 77,19±18,09 saptandı. Hemşirelerin bilgi düzeylerinin ve uygulamalarının iyi, tutum ve etik duyarlılıklarının orta düzeyde olduğu belirlendi. Fiziksel kısıtlama; insan haklarını ihlal edebilen bir uygulama olduğu için gerekçeleriyle belgelendirilmesi, bilimsel temellere dayanan bir yaklaşımın benimsenmesi, kullanımının azaltılarak alternatif yöntemlere yer verilmesi önerilir.Master Thesis Enflasyon Muhasebesinin Mali Tablolar Üzerine Etkileri ve Bir Uygulama(2025) Özbey, Erman; Calayoğlu, İlkerVergi Usul Kanunu'nun Mükerrer 298. Maddesi hükümlerine istinaden Yurt içi ÜFE, içinde bulunulan dönem dâhil, son üç hesap döneminde %100'den ve içinde bulunulan hesap döneminde % 10'dan fazla olması halinde malî tablolarda enflasyon düzeltmesi yapılması gerektiği bildirilir. Uygulamanın amacı mali tabloların enflasyon etkisinden arındırılıp gerçeğe daha uygun değerleri sunmasıdır. Türkiye'de 2021 yılı itibariyle enflasyon muhasebesi uygulamasının şartları oluşmuş fakat Cumhurbaşkanlığı Kararı ile enflasyon muhasebesi uygulaması 2023 yılı 12 aylık finansal tablolara uygulanarak başlamıştır ve halen uygulama devam etmektedir. Kurumlar vergisi, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın bütçe gelirleri toplamının %25'e yakın kısmını oluşturan önemli bir kalemdir. Kurumlar vergisi, vergi mükellefi olan tüzel kişilerin karları üzerinden hesap edilen ve beyana dayalı bir vergidir. Araştırmanın amacı, enflasyon muhasebesi uygulamasının gelir tablosuna etkilerini ve kurumlar vergisi beyanındaki farklılaşmayı açıklamaktır. Araştırmanın metodu, örnek şirket değerleri kullanarak enflasyon muhasebesi uygulamasını yasalara göre açıklamaktır. Araştırmanın bulguları, parasal ve parasal olmayan şirket varlıklarının işletme bünyesindeki oranına göre enflasyon muhasebesi uygulaması neticesinde kar veya zararı arttırıcı etkiler ortaya çıkar. Öz kaynağı ve duran varlıkları kuvvetli olan büyük şirketler enflasyon muhasebesi uygulaması neticesinde zarar açıklama eğilimindedir. Bu tip şirketler, kurumlar vergisi gelirlerinin çok büyük kısmını oluşturur. Bu tip şirketlerin zarar açıklaması, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın bütçelenmiş hedeflerine ulaşamamasına neden olur. Nitekim bakanlığın faaliyet raporları incelendiğinde enflasyon muhasebesi kaynaklı kurumlar vergisi kaybı olduğu tespit edilmiştir.Master Thesis Yoğun Bakımda Çalışan Hemşirelerin Hasta Güvenliği Kültürleri: Üç Farklı Hastane Türü(2025) Sandalcı, Sedef; Akbulak, FatmaBu çalışma Samsun ilinde bulunan özel, kamu ve üniversite hastanelerinin yoğun bakım birimlerinde görev yapan hemşirelerin hasta güvenliği kültürüne ilişkin algılarını karşılaştırmak amacı ile yapılmıştır. Tanımlayıcı –kesitsel nitelikte araştırma olup araştırmada elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 25,0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırma bulguları, özel hastane yoğun bakım birimlerinde çalışan hemşirelerin kamu ve üniversite hastanelerine göre daha yüksek olduğu sonucunu bulmuştur. Özellikle hasta güvenliği kültürü ölçeğinin ''yönetim desteği'' alt boyutunda özel ve kamu hasta-nelerinde görev yapan hemşirelerin puanlarının, üniversite hastanelerine göre daha yük-sek olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin hasta güvenliği konusunda yaş, cinsiyet, iş tecrübesi, haftalık çalışma saatine göre anlamlı farklılıklar belirlenmiştir. Katılımcılarının ekip olarak çalışmaya istekli olmalarına rağmen hemşire sayısının yetersiz olduğunu düşündükleri sonucunu göstermiştir. Elde edilen veriler, hasta güvenliği kültürünün birçok yönüyle geliştirilmesi gerektiği-ni göstermektedir. Ekip çalışması hastanelerin güçlü yönü olarak belirlenirken, güvenlik konusunda farkındalık, yönetim desteği, kurumsal öğrenme ve sürekli iyileştirme gibi faktörler geliştirilmesi gereken olarak öne çıkmıştır. Diğer yandan, hemşire sayısının yetersizliği, olay sonrası öğrenme süreçlerinin sınırılılığı, etkili iletişim kanallarının eksikliği ve geri bildirim mekanizmalarının yetersizliği gibi unsurlar hastanelerin zayıf yönleri arasında yer almıştır. Hasta güvenliği kültürünü geliştirmek için hemşire sayısının yeterli sayıda olması, uygun çalışma saatlerinin sağlanması ve hataların 'sistem sorunu' olarak görülmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Hastane türleri arasında alt boyut ölçeklerinde saptanan anlamlı farklılıklar için daha geniş kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır. Hastaneler kendi yapılarına uygun hasta güvenliği kültürü politikaları oluşturmalıdır. Suçlama ve cezalandırma yerine önleyici tedbirler alınmalı, yönetim sağlık profesyonellerinin hasta güvenliği önerilerini dikkate almalıdır. İletişimin hasta güvenliğine pozitif yönde katkısı kullanılarak, birimler arası uyum sağlanmalı. Ayrıca, hasta güvenliği kültürünün önemi tüm çalışanlara kabul ettirilmeli, raporlama ortamı güvenli hale getirilmelidir. Akreditasyon gibi dış kalite sistemlerinin sürece dâhil edilerek hasta güvenliği kültürünün kurumsallaştırılmasına katkı sağlayacaktır.Master Thesis Obez Bireylerin Ekonomik Gelir Düzeylerine Bağlı Besin Güvencesizliği Duyma Eğilimleriyle Pestisit Bilgi Düzeyleri Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi(2025) Evler, Ece; Küşümler, Aylin SeylamBu çalışmada, obez bireylerin ekonomik gelir düzeyine bağlı olarak gelişen besin güvencesizliği eğilimleri ile pestisit bilgi düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Besin güvencesizliği, yalnızca yeterli ve dengeli gıdaya erişememe değil, pestisit gibi endokrin bozucu kimyasallarla kontamine olmuş gıdalara maruz kalma riski açısından da değerlendirilmiştir. Pestisit kalıntısı içeren besinlerin obezite riskiyle olan olası ilişkisi de ele alınmıştır. Tanımlayıcı tipteki bu çalışma, İstanbul'un Bakırköy, Zeytinburnu, Kadıköy ve Beykoz ilçelerinde bulunan normal kilolu, hafif kilolu ve obez 18-65 yaş aralığındaki toplam 387 birey ile yürütülmüştür. Katılımcılara; demografik özellikler, sağlık durumu, beslenme alışkanlıkları, besin tüketim kayıtları, Gıda Güvencesizliği Deneyim Ölçeği (FIES), Hanehalkı Besin Güvencesizliği Erişim Ölçeği (HFIAS) ve pestisit bilgi düzeylerini değerlendirmeye yönelik bir anket uygulanmıştır. Beslenmeye ayrılan aylık bütçeye göre bireyler 1. grup, kadınlar için 3979 TL ve erkekler için 4127 TL altında bütçe ayıranlar; 2. grup ise bu tutarların üzerinde bütçe ayıranlar olarak ikiye ayrılmıştır. BKİ ortalaması 25,58±4,47 kg/m2 olup, iki grubun BKİ ortalaması arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). HFIAS ölçeğine göre katılımcıların %82,9'u, FIES ölçeğine göre %47,0'si besin güvenceli olarak sınıflandırılmıştır. Beslenme bütçesine göre her iki ölçekte de 1. grupta besin güvencesizliği riskinin anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,001). Her iki cinsiyette besin güvencesi durumuna göre yapılan değerlendirmede, günlük enerji ve besin ögesi alımında belirgin yetersizlikler dikkat çekmiştir. Katılımcıların pestisitlere ilişkin bilgi düzeylerinin genellikle yetersiz olduğu görülmüştür; pestisitin ne olduğunu bildiğini belirtenlerin oranı %53,2 iken, %46,8 pestisit hakkında bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Beslenme bütçesi grupları arasında pestisit bilgi düzeyleri açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Pestisit bilgi düzeyleri normal kilolu ve hafif kilolu+obez gruplarında benzerlik göstermiştir (p>0,05). Pestisit kalıntılı sebze ve meyve yeme kaynaklı kaygı duymayan bireylerin BKİ ortalaması, kaygı duyanlara göre anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır (p=0,025). Besin güvencesi olan bireylerin pestisitler ve pestisit kalıntıları hakkında bilgi sahibi olma oranları, güvencesizlere göre anlamlı derecede daha yüksektir (FIES p=0,023; HFIAS p=0,003). Ayrıca, organik gıda tüketim sıklığı besin güvencesi olanlarda daha yüksek olup, güvencesizlerde anlamlı şekilde daha düşüktür (FIES p=0,041; HFIAS p=0,029). Pestisit kaygı düzeyine göre incelendiğinde, organik ürün tüketme isteğinin, pestisit kaygısı arttıkça arttığı gözlenmiştir (p<0,001). Organik gıda tüketim sıklığı, normal kilolu bireylerde, hafif kilolu ve obez bireylere kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Obezitenin potansiyel nedenlerinden biri olan pestisit maruziyeti, artan obeziteyle mücadele kapsamında besin güvencesizliği ile birlikte ele alınmalıdır. Bu ilişkilerin daha iyi anlaşılması ve nedenselliğin ortaya konması için ileri düzey, geniş katılımlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Master Thesis Ketojenik Diyet Tedavisinin Dirençli Epilepsi Hastası Çocuklarda Biyokimyasal Parametreler Üzerindeki Etkisinin Araştırılması(2025) Ak, Arife Nisa; Küşümler, Aylin Seylam; Direk, Meltem Çobanoğullarıİlaca dirençli epilepsi (DRE), uygun seçilmiş en az iki antiepileptik ilaç kullanmasına rağmen nöbet kontrolünün sağlanamadığı durum olarak tanımlanmaktadır. Epilepsi hastalarının %30'unu kapsamaktadır. DRE hastaların tedavisi için cerrahi yöntem ya da ketojenik diyet (KD) tedavisi uygulabilir. Uygun tedavi yöntemlerinden biri olan diyet tedavisini uygulayan hastaların, biyokimyasal parametreleri, büyüme ve gelişme, elektrofizyolojik ve psikososyal durumları takip edilmelidir. Bu çalışma Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Çocuk Nöroloji Bölümü, Ketojenik Diyet Polikliniğinde ve Prof. Dr. Çetin Okuyaz Kliniğinde, KD uygulamış olan 0-18 yaş arası 26 DRE'li çocukların, KD'nin başlangıç, 6. ay ve 12. aydaki laboratuvar bulguların ve antropometrik ölçümlerde değişik olup olmadığını, büyüme ve gelişmenin sağlanıp sağlanmadığı ve nöbet üzerindeki etkisini gözlemlemek amacıyla yapılmıştır. Veriler, hastaların dosyaları taranarak ve doktorlara, diyetisyenlere ve hemşirelere sorularak kaydedilmiştir. Çalışmada 13'ü erkek, 13'ü kız toplam 26 hasta değerlendirilmiştir. Katılımcıların %57,7'sinde ek hastalık saptanmamıştır. Hastaların uyguladıkları KD oranı başlangıçta 1:1, 2:1, ve 4:1 oranında iken 6. ve 12. ayda ise 3:1 oranına geçişte anlamlı sayılabilecek bir artış görülmüştür (p=0,054). Çalışmadaki çocukların boy uzunluğu başlangıçta 102,92 ± 26,69 cm iken, 12. ayda 109,81 ± 23,68 cm'ye yükselmiş ve istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlemlenmiştir (p<0,05). Beden ağırlığı, BKİ, z-skoru ve persentil değerleride istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05). İncelediğimiz biyokimyasal değerlerde ise; hemoglobin seviyesinde 12. ayın sonunda anlamlı bir artış olduğu (p<0,05), Alkalen fosfataz (ALP) seviyesinde ise diyet tedavi süreci boyunca 12. ayın sonunda anlamlı bir azalma saptanmıştır (p<0,05). Diğer biyokimyasal değerlerde ise tedavi süresi boyunca istatistiksek olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Çalışmamızdaki karnitin ve kan keton seviyelerinde dalgalanmalar gözlemlense de bu değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). Korelasyon analizlerinde, KD oranı ile idrar keton seviyesi arasında pozitif yönde ilişki özellikle 0. ayda anlamlı bulunmuştur (p<0,05). 6. ve 12. aydaki idrar ketonu ile KD oranında arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). Yaptığımız regresyon analizlerinde, kan keton düzeylerinin KD oranı üzerindeki etkisinin özellikle 0. aydaki (β=0,62) ve 12. aylarda (β=0,51) anlamlı ve pozitif bir etki saptanmıştır (p<0,05). Ancak kan keton düzeyinin, nöbet sıklığı üzerindeki etkisi tüm zaman dilimlerinde istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görülmüştür (p>0,05). Nöbet sıklığı tedavi süresince anlamlı bir azalma gözlemlenmiştir (p<0,05). 0. ayda nöbet oranı %100 iken 6. ayda katılımcıların %50'sinin nöbetlerinde azalma olduğu, %23,1'inde nöbetlerin kontrol altına alındığı, 12. ayın sonunda ise katılımcıların %57,7'sinde nöbetlerinde azalma olduğu, %38,5'inde ise nöbetlerin kontol altına alındığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak KD tedavisinin, dirençli epilepsi hastası çocuklar için nöbet sayısını azaltmada etkili olduğu görülmüştür. Ancak bazı kan değerlerinde dalgalanmalar ve değişiklikler olduğu için hastaların multidisipliner bir ekip tarafından yakından takip edilmesi gereklidir.Master Thesis Yetişkin Fenilketonürili Bireylerin Yeme Davranışlarının ve Diyete Uyum Durumlarının İncelenmesi(2025) Demirkesen, Ayşe Billur; Küşümler, Aylin SeylamFenilketonüri (PKU), fenilalanin hidroksilaz enziminin yetersizliği sonucu oluşan ve tedavi edilmediğinde ağır nörolojik hasara yol açan kalıtsal bir metabolik hastalıktır. Türkiye'de her 3.500–4.000 canlı doğan bebekten birinde PKU görülmektedir. Yenidoğan tarama programları sayesinde hastalık erken dönemde tespit edilmektedir. Tedavi ise ömür boyu düşük proteinli diyet, özel formüle besinler ve düzenli fenilalanin ölçümlerini kapsamaktadır. Bu araştırmada, PKU'lu yetişkin bireylerin yeme davranışları, diyete uyum süreçleri ve bu süreçte karşılaştıkları etmenler değerlendirilmiştir. Ayrıca bireysel ve çevresel etkenlerin uyum üzerindeki etkileri ile düzensiz yeme davranışları incelenerek, elde edilen bulguların tedavi sürecine katkı sağlaması amaçlanmıştır. Bu çalışma, tanımlayıcı araştırma türünde gerçekleştirilmiş olup, katılımcılar Türkiye genelinde PKU Aile Derneği aracılığıyla ulaşılan 18 yaş ve üzeri PKU'lu bireylerden oluşmaktadır. Veriler, Google Form aracılığıyla çevrimiçi ortama eklenen anketler aracılığıyla toplanmıştır. Veriler, iki bölümden oluşan yapılandırılmış anket formu, Diyet Memnuniyet Ölçeği (DSS) ve Üç Faktörlü Yeme Ölçeği (TFEQ-R21) kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen veriler Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) 26.0 ve AMOS 24 programları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Analiz sürecinde betimsel istatistiklerin yanı sıra korelasyon ve regresyon analizleri uygulanarak değişkenler arası ilişkiler değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılan PKU tanılı bireylerin yaş ortalaması 26,07 ± 5,49 olup, %69,2'si kadındır. Diyet memnuniyeti ortalaması 2,82 ± 0,78 bulunmuş; yeterli ve dengeli beslendiğini düşünen bireylerde memnuniyet anlamlı düzeyde yüksek (p<0,05), yasak besinlerden kaçak yapanlarda ise düşük saptanmıştır (p<0,05). Katılımcıların %70,8'i düşük proteinli diyete bütçe ayıramadığını belirtmiş olup bu grubun memnuniyet puanı anlamlı düzeyde daha düşüktür bulunmuştur (p<0,05). Yasak besin tüketenlerin oranı %63,1 olup, en sık neden 'canın çekmesi'dir (%48,8); bu bireylerin memnuniyet puanı 2,53 iken, kaçak yapmayanlarda 3,33'tür (p<0,01). TFEQ-R21 toplam puanı 39,47 ± 19,71; bilişsel kısıtlama alt boyutu 47,44 ± 23,82'dir. Kadın bireylerde duygusal yeme ve bilişsel kısıtlama puanları erkeklere göre anlamlı düzeyde yüksektir (p<0,05). Bu çalışmanın bulguları, PKU'lu yetişkin bireylerin düşük proteinli diyete uyum sürecinde çeşitli zorluklarla karşılaştığını ve bu durumun yeme davranışları üzerinde belirgin etkiler yarattığını ortaya koymaktadır. Diyete uyumu olumsuz etkileyen başlıca etmenler arasında ekonomik yetersizlik, bilgi eksikliği, sınırlı ürün çeşitliliği ve sosyal ortamlarda uygun beslenme olanaklarının kısıtlılığı öne çıkmaktadır. Kadın ve obez bireylerde duygusal yeme ve bilişsel kısıtlama düzeylerinin daha yüksek bulunması, bu grupların özel desteğe daha fazla ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar, PKU yönetiminde bireysel ve çevresel etkenlerin bütüncül biçimde ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Tedavinin sürdürülebilirliğini artırmak amacıyla toplum temelli farkındalık çalışmaları, aile ve bireylerin eğitimlerinin güçlendirilmesi ve tıbbi beslenme ürünlerine erişimin kolaylaştırılması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, düşük proteinli ürünlerin çeşitliliğinin artırılması ve sosyal ortamlarda tüketilebilecek pratik alternatiflerin sunulması, diyete uyumu destekleyecektir. PKU'lu bireylere yaş, sosyal koşullar ve bireysel ihtiyaçlara göre özel olarak hazırlanmış beslenme planlarının sunulması; aile ve bireylere yönelik eğitim programlarıyla birlikte diyetisyenlerin rolünü kritik hâle getirmektedir. Psikososyal desteğin artırılması ve yeme davranışlarına yönelik bireyselleştirilmiş müdahalelerin geliştirilmesi, diyete uyumu ve sosyal yaşama katılımı güçlendirecektir. İleride yapılacak araştırmalarda, daha geniş örneklem grupları ve çok merkezli tasarımların kullanılması, elde edilen bulguların genellenebilirliğini ve güvenilirliğini artıracaktır.Master Thesis Hunza Vadisi'nin Kültürel Turizm Potansiyelinin Kültürel Peyzaj Açısından İncelenmesi(2025) Iqbal, Naeem; Arın, ÖzgünÇok sayıda kültürel peyzaj, insanlar, mekân ve tarih arasındaki derin ilişkileri yansıtmalarına rağmen, miras söylemlerinde yeterince temsil edilmemektedir. Bu makale, doğal güzellikleri ve tarihi mimarisiyle ünlü Pakistan'ın Hunza bölgesinin yeterince temsil edilmeyen kültürel peyzaj potansiyelini yeniden değerlendirmektedir. Çalışma, yerel katılımı, turizm altyapısını, turist deneyimlerini ve kültürel sürekliliği etkileyen faktörleri analiz etmek için saha araştırmaları, yerinde gözlemler, anketler, görüşmeler, coğrafi ve mimari analizler ve istatistiksel analiz aracı olan Sosyal Bilimler İstatistik Paketi'ni (SPSS) kullanan karma yöntemli bir yaklaşım kullanmaktadır. Hunza'nın zengin kültürel ifadelerinin, yerel geleneklerinin ve sosyo-tarihsel kimliğinin bu kısıtlı tanınırlığın nasıl gölgesinde kaldığını vurgulamaktadır. Sonuçlar, Hunza'nın doğal değerine hayranlık duyulmasına rağmen, mimari özgünlüğünün kaybolduğunu ve kültürel turizm potansiyelinin tam olarak anlaşılamadığını göstermektedir. Araştırma, sürdürülebilir korumayı sağlamak ve Hunza'nın kendine özgü kültürel kimliğinin tanınırlığını artırmak için yerel paydaş katılımının ve mirasa duyarlı turizm planlamasının önemini vurgulamaktadır.Master Thesis Pandemi Öncesi ve Sonrası Mezun Olan Fizyoterapistlerin Mesleki Profesyonellik Algıları Arasındaki Farklar(2025) Kaya, Bilgehan Duran; Girgin, NurayBu çalışma, pandemi öncesi (2019 ve öncesi) ile pandemi sonrası (2020 ve sonrası) mezun olan fizyoterapistlerin mesleki profesyonellik algıları arasındaki farklılıkları belirlemeyi amaçlamaktadır. Araştırma kapsamında, katılımcılar gönüllü fizyoterapistlerden oluşmuş ve pandemi öncesi ile sonrası mezunlar olarak iki gruba ayrılmıştır. Çalışmaya pandemi sonrası mezunların tamamı 22 ile 26 yaş arasında, pandemi öncesi mezunların tamamı ise 27 ile 31 yaş arasında olmak üzere toplamda 206 gönüllü fizyoterapist katılmıştır. Dahil etme kriterleri, pandemi öncesi mezunların son 5 yıl içinde (2014-2019) mezun olmuş olması ve pandemi sonrası mezunların pandemi başlangıcından itibaren 5 yıl içinde (2020-2025) mezun olmuş olmasıdır. Dahil edilmeme kriterleri ise pandemi öncesi 5 yıldan daha önce mezun olan veya pandemi sonrası 5 yıldan daha uzun süre sonra mezun olan fizyoterapistlerdir. Katılımcılar yaş gruplarına göre de incelenmiştir; Veri toplama aracı olarak Fizyoterapide Profesyonellik: Temel Değerler Öz Değerlendirme Ölçeği kullanılmıştır. Veriler çevrimiçi anket yoluyla toplanmış ve IBM SPSS Statistics programı kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın bulguları, pandemi sonrası mezunların mesleki profesyonellik algısında belirgin düşüşler olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle hasta odaklı bakım, mesleki etik ve hesap verebilirlik boyutlarında anlamlı farklar bulunmuştur (p<0.05). Pandemi öncesi mezunlar, yüz yüze eğitim ve klinik deneyimler ile profesyonellik algılarını güçlendirirken, pandemi sonrası mezunlar dijital platformlar ve uzaktan eğitim sistemleri ile mesleki gelişimlerini sürdürmek zorunda kalmışlardır. Uzaktan eğitim sürecinde pratik uygulama eksikliğinin, mesleki etik değerler ve sorumluluk algısında zayıflamaya yol açtığı belirlenmiştir (p<0.05). Ayrıca, sosyo-demografik faktörlerin de profesyonellik algısını etkilediği tespit edilmiştir. Genç fizyoterapistlerin hesap verebilirlik ve etik karar alma süreçlerinde daha düşük puan aldığı belirlenmiştir (p<0.05). Meslek içi deneyim arttıkça, profesyonellik algısının güçlendiği görülmüştür (p<0.01). COVID-19 pandemisi, fizyoterapistlerin mesleki profesyonellik algısını önemli ölçüde etkilemiştir. Pandemi sonrası mezunlar, klinik deneyim eksikliği ve dijital platformlara bağımlılık nedeniyle mesleki profesyonellik konusunda bazı zorluklarla karşılaşmıştır. Bu bulgular ışığında, fizyoterapistlerin mesleki profesyonellik düzeylerini artırmak için hibrit eğitim modelleri, meslek içi eğitimler ve dijital sağlık uygulamalarına yönelik özel eğitimler geliştirilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Mesleki Profesyonellik, Fizyoterapist, COVID-19, Uzaktan Eğitim, Etik Değerler.Master Thesis İrritabl Bağırsak Sendromlu Hastalarda Beslenme ve Yaşam Kalitesi İlişkisinin İncelenmesi: Türkler ve Türkiye'de Yaşayan İran'lılar Üzerinde Kültürlerarası Çalışma Örneği(2025) Shaterıan, Neda; Yazıcı, ÖzlemBu araştırma, İrritabl Bağırsak Sendromlu hastalarda beslenme ve yaşam kalitesi ilişkisinin incelenmesi ve kültürlerarası farklılıkların belirlenmesi amacıyla Türkler ve Türkiye'de yaşayan İranlılar üzerinde yapılan kültürlerarası kesitsel bir çalışmadır. Araştırmaya İBS tanılı 203 Türk ve 203 Türkiye'de yaşayan İranlı hasta dahil edildi. Verilerin toplanmasında 'Hasta Bilgi Formu', 'Yeme Davranışı Modeli Ölçeği (YDMÖ)' ve 'İrritabl Bağırsak Sendromu Yaşam Kalitesi Ölçeği (İBS-YKÖ)' kullanıldı. Verilerin istatistiksel analizi için SPSS Statistics 25.00 versiyonu kullanıldı. Veriler, 19.Kasım.2024-22.Nisan.2025 tarihleri arasında kartopu yöntemiyle toplandı. Türklerin yaş ortalaması 39,50±13,40 olup, %59,1'i (n=120) kadın; İranlıların yaş ortalaması 38,46±13,62 olup, %65'i (n=132) kadındır. Hastaların YDMÖ puan ortalaması 2,87±0,25; İBS- YKÖ puan ortalaması 87,30±20,38'dir. İBS-YKÖ puanı ile birçok yeme davranışı arasında anlamlı ilişki saptanmadı, yalnızca sağlıklı yeme ve planlı davranış ile çok zayıf düzeyde negatif, az yağlı beslenme ile tatlı/bisküvi tüketimi arasında çok zayıf düzeyde pozitif ilişki bulundu. Ancak, yaşam kalitesi alt boyutları ile güçlü korelasyonlar bulundu: disfori, sosyal tepki ve sosyal ilişkiyle çok güçlü; aktivite, beden imgesi ve yiyeceklerden kaçınmayla güçlü; sağlık endişesi ve seksüaliteyle ise orta düzeyde anlamlı pozitif ilişkiler saptandı. Genel olarak, psikososyal ve bedensel boyutlar birbirleriyle yüksek düzeyde ilişkili iken, yeme davranışıyla ilişkiler ya çok zayıf ya da istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. İrritabl Bağırsak Sendromu hastalarına bireyselleştirilmiş eğitim programlarının sunulması ve bu hastalara özel multidisipliner bir yaklaşımla (diyetisyen, gastroenterolog, psikolog, hemşire) bireysel danışmanlık hizmetlerinin verilmesi, hastaların yaşam kalitesini ve yeme davranışını arttırmada etkili olabilir.Master Thesis Polikistik Over Sendromu (PKOS) Tanılı Hastalarda Aralıklı Oruç Diyet Uygulamalarının Ağırlık Kaybı, Yaşam Kalitesi ve Fiziksel Aktiviteye Etkisi(2025) Kaya, Ercan Naşit; İpek, Kübra DeryaPolikistik Over Sendromu (PKOS), hormonal dengesizlikler sonucu gelişen, üreme ve metabolik sağlık üzerinde önemli etkiler yaratan yaygın bir bozukluktur. Bu çalışmanın amacı, PKOS tanısı almış kadınlarda aralıklı oruç diyetinin etkilerini incelemektir. Deneysel bir tasarımda, 16:8 aralıklı oruç yöntemi uygulanan deney grubu ile zaman kısıtlaması olmadan beslenme düzeni uygulanan kontrol grubunun sonuçları karşılaştırılmıştır. Araştırmaya toplam 84 katılımcı dahil edilmiştir. Araştırmanın deney grubunda vücut ağırlığı, VKİ, vücut yağ yüzdesi, bel çevresi ve kalça çevresinde anlamlı azalmalar gözlenmiştir (p<0,001). Ayrıca deney grubunun günlük protein alımı, 83,24 ± 7,00 gram ile kontrol grubuna kıyasla (68,57 ± 3,87 gram) istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). Yaşam kalitesi açısından, PKOSQ-50 toplam puanı deney grubunda müdahale öncesi 135,95 ± 8,43 iken, müdahale sonrası 118,74 ± 12,36'ya düşerek yaşam kalitesinde anlamlı bir iyileşme sağlamıştır (p<0,001). Buna karşın, fiziksel aktivite düzeyleri (UFAA toplam skorları) açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,679). Sonuç olarak, aralıklı oruç diyeti PKOS'lu bireylerde kilo yönetimi, vücut kompozisyonu ve yaşam kalitesinde anlamlı iyileşmelere yol açmıştır. Ancak diyetin sürdürülebilirliği ve uzun vadeli etkileri açısından daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Master Thesis Kişilik İnançları, Sosyal Duygusal Yalnızlık ve Sosyal Medya Kullanım Amaçları Arasındaki İlişki(2025) Zirek, Feyza Kübra Özalper; Şahin, DoğanBu araştırmanın amacı kişilik inançları, sosyal ve duygusal yalnızlık ile sosyal medya kullanım amaçları arasındaki ilişkileri incelemektir. Çalışma, Türkiye'de yaşayan 18 yaş üzeri 403 katılımcı ile yürütülmüştür. Veri toplama aracı olarak Kişilik İnançları Ölçeği, Sosyal ve Duygusal Yalnızlık Ölçeği ile Sosyal Medya Kullanım Amaçları Ölçeği kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan veriler SPSS 27.0 (IBM Corp., 2020) kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular bazı kişilik inançları ile belirli sosyal medya kullanım amaçları arasında anlamlı ilişkiler olduğunu göstermiştir. Çekingen, bağımlı, paranoid, antisosyal kişilik inançları, insanları daha iyi tanıma amaçlı kullanımla; narsistik kişilik inançları, kişisel sunum ve bilgi paylaşımı amaçlı kullanımla; şizoid kişilik inançları bilgiye erişmek amaçlı kullanımla ilişkili bulunmuştur. Pasif-agresif ve obsesif kompulsif kişilik inançlarının eğlence ve rahatlama amaçlı kullanımla anlamlı düzeyde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Sosyal ve duygusal yalnızlık boyutları açısından romantik ve sosyal yalnızlığın bazı sosyal medya kullanım amaçlarıyla ilişkili olduğu ancak ailevi yalnızlık ile anlamlı bir ilişki saptanmadığı görülmüştür. Bu sonuçlar, kişilik inançları ve yalnızlık türlerinin sosyal medya kullanım amaçlarıyla ilişkili olabileceğini göstermektedir.Master Thesis Bariyatrik Cerrahi Öncesi ve Sonrası Biyokimyasal Bulguların Değerlendirilmesi: Bir Bakü Örneği(2025) Mahmudova, Lala; Karamollaoğlu, İremObezite, anormal veya aşırı yağ birikimi ile karakterize edilen karmaşık bir metabolik hastalık olup, küresel olarak artmaya devam etmekte ve önemli sağlık ve ekonomik etkiler yaratmaktadır. Son veriler, dünya genelinde yetişkinlerin %43'ünün hafif şişman, %16'sının ise obez sınıfına girdiğini göstermekte, etkili müdahalelere ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır. Bariyatrik cerrahi (BC), özellikle yaşam tarzı değişikliklerine dirençli vakalarda, morbid obezitenin tedavisinde önde gelen bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, bariyatrik cerrahi, demir, hemoglobin, B12 vitamini, D vitamini, açlık kan glikozu ve Hemoglobin A1C gibi hayati öneme sahip mikro besin ögelerinde yetersizliklere sebep olarak beslenme açısından çeşitli zorluklar doğurabilmektedir. Bu çalışma, Azerbaycan'ın Bakü kentindeki bariyatrik cerrahi hastalarından oluşan bir grupta, ameliyat öncesi ve sonrasında demir, hemoglobin, B12, D vitamini, açlık kan glikozu ve Hemoglobin A1C seviyelerini değerlendirmektedir. Araştırmada, ameliyat sonrası komplikasyonları azaltmak ve hasta sonuçlarını iyileştirmek için beslenme yönetimi stratejilerinin etkinliği de incelenmiştir. Retrospektif analiz kapsamında serum demir, ferritin, hemoglobin, 25-hidroksivitamin D ve B12 vitamini seviyeleri gibi biyokimyasal bulguların değerlendirmeleri yapılmıştır. Roux-en-Y gastrik bypass (RYGB) veya sleeve gastrektomi (SG) prosedürüne tabi tutulmuş hastalardan ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası üç, altı ve on iki aylık takip süreçlerinden elde edilen verileriler toplanmıştır. Sonuçlar, mikro besin öğesi eksikliklerinin ameliyat öncesinde yaygın olduğunu ve en sık demir ile D vitamini eksikliklerinin görüldüğünü ortaya koymuştur. Ameliyat sonrası dönemde bu eksikliklerin artış gösterdiği gözlemlenmiştir. Bu eksikliklere sebep olan faktörler arasında değişen gastrointestinal anatomi, azalan diyet alımı ve malabsorpsiyon yer almaktadır. Hemoglobin seviyelerinde, erken ameliyat sonrası dönemde, azalmış demir depoları ve yetersiz besin alımı ile ilişkili olarak anlamlı bir düşüş gözlemlenmiştir. Benzer şekilde, B12 vitamini seviyeleri ciddi şekilde etkilenmiş ve uzun dönem nörolojik ve hematolojik komplikasyonları önlemek için takviye gerektirmiştir. D vitamini seviyeleri mevsimsel varyasyonlar göstermiş ve kış aylarında eksiklikler daha da artmıştır. Çalışma, bireyselleştirilmiş, multidisipliner bir beslenme yönetiminin önemini vurgulayarak rutin biyokimyasal izleme ve uygun takviyelerle zamanında müdahale edilmesini önermektedir. Öneriler, ameliyat öncesi beslenme optimizasyonunun başlatılması, hastaya özel takviye protokollerinin uygulanması ve yapılandırılmış eğitim programları aracılığıyla hasta uyumunun artırılmasını kapsamaktadır. Bu araştırma, BC hastalarının bakım sürecinde diyetisyenlerin ve sağlık ekiplerinin kritik rolünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Mikro besin eksikliklerinin proaktif olarak ele alınması, sadece ameliyat sonrası komplikasyonları azaltmakla kalmaz, aynı zamanda genel yaşam kalitesini ve uzun vadeli cerrahi başarıyı da artırır. Bulgular, standart rehberler geliştirilmesi ve BC hastalarının yönetiminde klinik uygulamaların iyileştirilmesi için değerli bilgiler sağlamaktadır.Master Thesis Bariatrik Cerrahi Operasyonu Geçiren Bireylerin Antropometrik Ölçümleri, Beslenme Durumları ve Yaşam Kalitelerinin Değerlendirilmesi(2025) Uğur, Duygu; Aras, Hatice KübraObezite hem çok yönlü yapısı hem de kronik seyre sahip olması nedeniyle bireysel sağlığı olumsuz yönde etkiyen bir hastalık olarak kabul edilir. Kalıcı kilo kaybı sağlamadaki başarısı ve metabolik parametrelerde olumlu etkilere sahip olmasıyla bariatrik cerrahi; ileri düzey obezitenin etkin bir şekilde yönetilmesinde tercih edilen bir tedavi seçeneği olarak öne çıkar. Bu çalışma ise bariatrik cerrahi operasyon geçiren bireylere ilişkin antropometrik ölçümleri, beslenme durumları ve yaşam kalitelerini değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilen kesitsel bir çalışmadır. 15 Eylül 2024- 15 Ocak 2025 tarihleri arasında Antalya'daki Özel Anatolia Hospital Lara Hastanesinde Obezite Cerrahisi Kliniği'nde bariatrik operasyon geçiren ve altıncı ay takip kontrollerini tamamlayan 79 kişi (kadın:%72,2; erkek:%27,8) çalışmada yer almıştır. Katılımcıların sosyo-demografik özellikleri ile operasyon öncesi ve sonrası antropometrik ölçümleri, beslenme durumları ve yaşam kaliteleri operasyon tipine göre karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Veriler yapılandırılmış bir ankette toplandığı gibi, operasyon öncesi ve sonrası belirli zaman dilimlerine ait vücut kompozisyonu verileri için poliklinikten yararlanılmıştır. İstatistiksel analizlerde hem parametrik hem de parametrik olmayan testler uygulanmış ve anlamlılık sınırı olarak p<0,05 kabul edilmiştir. Friedman testine dayalı bulgular, p<0,0001 düzeyinde anlamlı farklılıklar göstermiştir. Sleeve Gastrektomi (SG) uygulanan 66 birey (%83,5) ve Roux-en-Y Gastrik Bypass (RYGB) uygulanan 13 birey (%16,5) ile yapılan karşılaştırmalarda, tüm bireylerde vücut ağırlığı, vücut kütle indeksi (VKİ) ve fazla kilo kaybı yüzdesi (EWL%) gibi parametrelerde önemli değişiklikler gözlemlenmiştir (p<0,0001). Ayrıca yağ oranı, yağsız doku, yağ ve kas kütlesinde de anlamlı azalmalar saptanmıştır. Beslenme alışkanlıklarında tüm bireylerin %92,4'ü ameliyat sonrası daha sağlıklı beslenme tercihleri yaptığını bildirmiştir. Ancak, protein, lif ve kalsiyum gibi bazı temel besin öğelerinin alımı, her iki grupta da Diyet Referans Alım Düzeyleri (DRI)'ne göre yetersiz kalmıştır. Yaşam kalitesi değerlendirmesinde operasyon türleri arasında anlamlı bir değişiklik bulanmamış, katılımcıların %82,9'u 'mükemmel' olarak ifade etmiştir. Elde edilen bu sonuçlar, bariatrik cerrahinin sadece antropometrik göstergelerde değil, aynı zamanda bireylerin beslenme davranışlarında ve yaşam kalitesinde olumlu etkiler sağladığını göstermektedir. Mikro ve makro besin ögesi eksikliklerinin önlenebilmesi için bireye özel beslenme planlarının önemli bir tamamlayıcı etkiye sahip olduğu görülmektedir.Master Thesis Romantik İlişki Doyumu ile Aleksitimi ve Çocukluk Çağı Travmaları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi(2025) Kioutsouk, Betül Özdoğan; Yılmaz, OnurSöz konusu araştırmada, kişilerin romantik ilişki doyumları ile aleksitimi ve çocukluk çağı travmaları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemini 20-29 yaş aralığında ki 439 katılımcı oluşturmaktadır. Araşırmanın hedefi doğrultusunda katılımcılara, Sosyodemografik Bilgi Formu, Perth Aleksitimi Ölçeği, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (CTQ-33), Romantik İlişkilerde Temel Psikoloji İhtiyaçların Doyumu Ölçeği ve Romantik İlişkiyi Değerlendirme Ölçeği-Revize Formu (RİDÖ-RF) uygulanmıştır. Çalışmanın hipotezlerini test etmek için toplanan veriler, SPSS 28.0 paket programı ile analiz edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, aleksitimi düzeyinin romantik ilişkide temel psikolojik ihtiyaçların doyumu ile negatif yönde; anlamlı bir ilişki tespit edilmişken, aleksitimi düzeyleri ile romantik ilişkide algıladıkları istismar düzeyleri (RİDÖ-RF) ve çocukluk çağı travmaları ile ise pozitif yönde ve anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Benzer şekilde, çocukluk çağı travmaları ile romantik ilişkide algılanan istismar düzeyi arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki; romantik ilişkide temel psikolojik ihtiyaçların doyumu ile ise negatif yönde anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir. Ayrıca araştırmada cinsiyet, eğitim düzeyi, ilişki durumu, çocuk sahibi olma durumu gibi çeşitli demografik değişkenler açısından da anlamlı farklılıklar gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, bu araştırma aleksitimi ve çocukluk çağı travmalarının romantik ilişkilerde doyum düzeyi ve ilişkide algılanan istismar algısı üzerinde önemli bir rol aldığını göstermektedir. Bulgular, mevcut literatürle büyük ölçüde uyumlu olmakla beraber gelecek çalışmalara ve klinik uygulamalara katkı sağlayabilecek niteliktedir.Master Thesis Fikret Amirov'un 'Çocuk Tabloları' Adlı Piyano Albümünün Müzikal Analizi(2024) Ergasheva, Zebokhon; Madanoğlu, NaciBu çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde, 20. Yüzyılda Azerbaycanın büyük bestecilerinden biri olan Fikret Amirov'un özyaşamı ve besteci kimliği hakkında bilgiler ile beraber, Azerbaycan müziğinin gelişim tarihi, 20. yüzyılın müzik akımları ve Amirov'un eserleri hakkında bilgileri kapsamaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümünde 'Çocuk Tabloları' adlı esere özel bir yer verilmiştir. Bu bölümde albüm içindeki tüm parçalar ayrı ayrı ele alınarak, müzikal form, armoni, makamsal yapı ve piyano icra tekniği gibi konulara yer verilmiştir. Çalışmanın gerçekleştirilmesi sürecinde Türkçe, Azerbaycan Türkçesi ve Rus dillerindeki çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır. Aynı zamanda Türkiyede yaşayan hem akademik alanda çalışmaları bulunan, hem de piyano yorumcusu olarak izlediğimiz Tutu Aydınoğlu ve Aytaj Rzaguliyeva ile röportaj yapılmış edinilen bilgiler Fikret Amirovla ilgili düşünce, gözlem ve aktarımlarından faydalanılarak oluşturulmuştur. Anahtar Kelimeler: Fikret Amirov, Piyano Albümü, Piyano Teknikleri, Çocuk Tabloları, Azerbaycan MüziğiMaster Thesis Kişilik Organizasyonları ve Ayrılma Bireyleşme Düzeyi Arasındaki İlişkide Duygu Düzenleme Becerisinin Aracı Etkisinin İncelenmesi(2025) Yücesan, Ecem Şimal; Soygür, Arif HaldunBu araştırmanın temel amacı, kişilik organizasyonları ile ayrılma-bireyleşme düzeyi arasındaki ilişkide duygu düzenleme becerilerinin aracı etkisini incelemektir. Çalışmada ayrıca bu değişkenlerin çeşitli demografik faktörlere göre (cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, gelir durumu, psikiyatrik tanı öyküsü) farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Araştırma kapsamında 465 bireyden veri toplanmıştır. Katılımcılara Sosyodemografik Bilgi Formu, Kişilik Organizasyonları Envanteri (KOREN), Ayrılma-Bireyleşme Envanteri (ABE) ve Duygu Düzenleme Becerileri Ölçeği (DDBÖ) uygulanmıştır. Veriler SPSS 25.0 ve AMOS programları ile analiz edilmiştir. Yapısal eşitlik modellemesi sonucunda, duygu düzenleme becerilerinin kişilik organizasyonları ile ayrılma-bireyleşme düzeyi arasındaki ilişkide anlamlı bir aracı rol oynadığı saptanmıştır. Modelin uyum indeksleri oldukça yüksek düzeyde bulunmuştur , bu da modelin veriye iyi uyum sağladığını göstermektedir. Korelasyon analizlerinde, kişilik organizasyonları ile ayrılma-bireyleşme düzeyi arasında pozitif, duygu düzenleme becerileri ile her iki değişken arasında negatif yönde anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir. Cinsiyete göre yapılan karşılaştırmalarda, erkeklerin gerçeklik testi ve bölme puanlarının kadınlara göre anlamlı şekilde daha yüksek olduğu görülmüştür. Gelir düzeyi, eğitim durumu ve ailede psikiyatrik tanı gibi değişkenlere göre anlamlı farklılıklar genel olarak saptanmamıştır. Ancak çalışan bireylerin primitif savunma mekanizmalarını anlamlı şekilde daha yoğun kullandıkları gözlenmiştir. Bulgular kuramsal çerçevede ele alınmış ve klinik uygulamalara yönelik öneriler sunulmuştur
